FM 2019 Çıkış Tarihi Belli Oldu

Fm19 Duyuruldu steamda erken satın alma indirimi ile başladı! Gerçi indirim dedikleri de çok tartışılır :)

FMRTE 2019 İndir!

FMRTE 2019 için yakın takipteyiz çıktığı anda sizlerle paylaşacağız

FM 19 Yamaları ve Ek Dosyalar

Çok yakında bu bölüm hizmete girecek!

Fm Oyuncuarı Destekleşme Blog

Blog'umuz fm oyuncularına fayfalı ilerikler sağlamak amacı ile açılmştır oyunculara destek olabilrsek ne mutlu bie.

FM 19 Save Dosyaları

Çok yakında save dosyalarını paylaşmaya başlayacağız

11 Ocak 2015 Pazar

Football Manager 2015 14+14 Yabancı Kuralı Yaması


TFF’nin yabancı sınırlamasıyla ilgili verdiği yeni kararı Football Manager 2015 oyununda denemek ister misiniz? Düzenleme ile birlikte takımlar kadrolarında maksimum 28 lisanslı oyuncu bulundurabilecek. Bu oyuncuların en fazla 14’ü yabancı olabilir. Takımlar sahaya 11 yabancı ile çıkabilir. Yalnız takımların 18 kişilik maç kadrosunda en az 7 yerli oyuncu bulundurması ve yerli oyunculardan en 1 tanesinin alt yapıdan yetişmiş olması zorunludur. Tüm bu kuralları en gerçekçi şekilde oyuna aktarabilirsiniz.

Football Manager 2015 14+14 Yabancı Kuralı Nasıl Kurulur?

  • Aşağıda vermiş olduğumuz linkten veritabanı dosyasını indirdin.
  • İndirdiğiniz arşivin içindeki Ocak2015_Yabancı_Sınırı_Yeni_Kuralı_14+14.fmf dosyasını (C:\Users\Asus-PC\Documents\Sports Interactive\Football Manager 2015\editor data) dizinine atın.
  • Yeni bir kariyer açarken sol üst menüde Yeni Oyun açılır menüsünün üzerine gelin ve Editör Veri Dosyaları sekmesine tıklayın.
  • Son olarak Ocak 2015 Yabancı Kuralı isimli seçeneği aktif edin.

KAYNAK: http://oyunwizard.com/football-manager-2015-1414-yabanci-kurali-yerli-kurali.html

6 Ocak 2015 Salı

MotoGP 14 İnceleme,Nasıl Oynanır?

Yarış oyunlarında özellikle seçiciliği seviyorsanız ve zor bir motor yarışı arayışındaysanız MotoGP 14 tam size göre. Birbirinden zorlu yarışları ve farklı modları ile MotoGP 14, grafik anlamında geri planda kalsa bile, oynanış bakımından takipçilerini mutlu edebilecek cinsten.


Hem ses, hem de grafik motoru konusunda kendisini geliştirmesine rağmen, MotoGP 14 bir yarış oyunundan çok, bir simülasyon oyunu. Bunu bir kenara not almanızı istereceğim. Yani herkese hitap eden bir içeriğe sahip değil. 

Yarışmaktan fazlası
MotoGP 14; PC, PS3, Xbox 360, PS4 ve PS Vita platformlarında piyasaya çıktı. Her ne kadar bir konsol oyunu olarak düşünülse bile PC tarafında mutlu olan takipçileri elbet vardır. Eğer PC versiyonunu merak ediyorsanız sizi biraz bekleteceğim. Öncelikli olarak işin konsol kısmına bir göz atalım.

MotoGP 14, hem single hem de multiplayer modu ile ön plana çıkıyor. Motor kontrollerinin son derece zor olduğunu belirtmekte fayda var. Sadece eğitim kısmını geçmek bile kiminiz için resmen işkence haline gelecektir.

Single mod içerisinde; Grand Prix, Instant Race, Championship, MotoGP Career, Real Events 2013, Time Attack ve Safety Car Mode gibi içerikler yer almakta. Multiplayer tarafında ise direkt online olarak farklı oyuncularla yarışıyoruz. Ayrıca MotoGP 14, iki kişilik lokal ve 12 kişilik online çoklu oyuncu desteği sağlıyor. Çoklu oyuncuda sürücüler, Grand Prix, Championship, Split Season ve Split Battle modlarıyla birbirleri ile kıyasıya yarışabiliyorlar.


Modlara kısaca giriş yapacak olursak, dilersek yarattığımız yarışçımızı geliştiriyor ve büyük yarışlara hazırlıyoruz, dilersek ünlü yarışçılarla tozu dumana katıyoruz. Ayrıca yarışçılarımızı yaratırken, yaşından tutun, kaç kere yarıştığına kadar, hatta nasıl freni kullanabileceğine kadar birçok içeriği belirleyebiliyoruz. Bizi yönlendiren bir de menejerimiz var. Kimi zaman bizleri bilgilendiriyor ve yarış pistinde nasıl ön plana çıkabileceğimizin taktiklerini veriyor. Bunların yanında sponsorları bağlamak ve tabii ki takipçilerimizi de mutlu etmemiz gerekiyor. Yani başarı basamaklarını çıkmak o kadar kolay değil.

Kişisel yarışçımızı da yarattığımız ve ayrıca ünlü yarışçılarla deneyimleyebileceğimiz MotoGP 14, aynı zamanda bilinen yarış pistlerini ve ülkelerini de ayağımıza kadar getiriyor. Her ülkeye veya pisti seçtiğimizde, giriş ekranında bir belgesel misali oldukça eğlenceli videoları izleyebiliyoruz. Ayrıca pist tanıtımları da oldukça başarılı, hatta kaç dönüş olacağı veya sağa - sola dönüşlerin de ne kadar keskin olacağı konusunda detaylara sahip olabiliyoruz. 

Bir ara grafik demiştik sanki?
Yeni bir grafik motoru ile bizleri karşılayan Milestone'un ilk yeni nesilde çıkan MotoGP ismi MotoGP 14 ve her ne kadar rahatsız eden kaplamalar olsa bile firma, bir önceki eleştirileri göz önüne almış gibi duruyor. Eski fizik motoru üzerinde iyileştirme çalışması yapmış. Ayrıca, Moto3, Moto2 ve MotoGP yarış liglerindeki bütün yarışçıları ve takımları MotoGP 14'te toplamış. Yalnız işin bir de kötü tarafı var; bizi takip eden seyirci animasyonları yok denilecek kadar az ve pistlerin modellemesi çeşitli olsa bile, anti aliasing sorunsalı insanı çileden çıkartıyor ve ister istemez heyecanımız kursağımızda kalıyor.



Son olarakMotoGP 14 genel olarak motor yarışlarını sevenler için "yeterli" ancak PS3 ve Xbox 360 platformlarında yaşanan performans sorunları, ne yazık ki sadece PS4 veya PC platformlarında oyunu oynanabilir hale getiriyor. Bu da herkesin MotoGP 14'ün tadını çıkaramayacağı anlamına geliyor.

Motor ve yarışçı çeşitlilikleri, yarışçımıza kattığımız özellikler ve içerik anlamında gerçekten zengin bir oyun olsa bile PS3 ve Xbox 360 platformlarında MotoGP 14, sınıfta kalmış durumda. PC ve PS4 platformlarında ise zengin içerikler ve özenilmemiş grafiklerle baş başayız.

Entwined İnceleme,Nasıl Oynanır?

Video oyunlarında söz konusu müzikal içerikler olduğunda, kaçınızın dikkatini çeker bilemiyorum ancak yeni nesil platformlardan biri olan PS4, bu türden nasibini alan konsollardan. Hatta işin içerisine biraz aksiyon ve biraz da ritim koyduğumuzda, Pixelopus'un Entwined ismi ile buluşuyoruz.

Elimizde Sam Marshall'ın mükemmel melodilerini bir araya getiren ve iki ruhun bir türlü kavuşamayan hikayesini gözler önüne seren bir oyun var. 

Notalar eşliğinde birbirleriyle buluşmaya çalışan iki ruhun hikayesi demiştim sanırım. Evet doğru; bunlardan biri turuncu bir balık, diğeri mavi bir kuşu simgeliyor ve bir araya geldiklerinde muhteşem yükselen ejderhaya dönüşüyorlar. Sizin kafanızdaki iri ejderha kavramından çok, bir Çin Ejderhası kavramını düşünebilirsiniz.  



Sony Computer Entertainment'ın dağıtımcılığını yaptığı Entwined, E3 2014 konferansında kendisini gösteren ve kısa sürede sadece müzikleriyle dikkat çeken bir oyun oldu.

Biraz hikaye, biraz oynanış
Entwined'ın elimizdeki tek hikayesi birbirlerine aşık olan iki ruhun buluşma isteği ancak bir türlü bir araya gelemiyorlar ve oyun boyunca dualshock 4'ümüzün analog tuşlarıyla onları tuzaklardan kurtarmaya çalışıyoruz. Hatta her engeli aştığımızda kulağımıza fısıldayan müzik de bize eşlik ediyor.

Entwined'da her bölüm elementlerin adını alıyor. Toprak, ateş, su ve benzeri elementlerin isimlerini alan bölümler, dilersek bir kere bitirildiğinde, tekrar oynayabiliyoruz. Tabii daha yüksek puan almak için, daha zorlu engellerin de bizi beklediğini belirteyim.

Sürekli ilerleyen bir koridorda, karşımıza çıkan engelleri uygun renklerle tamamlamaya çalışıyoruz. Balığı turuncu renkle, kuşu ise mavi renkle tamamlayarak bölüm boyunca ilerliyoruz. Tabii kimi zaman ikisini bir araya getiren bir de yeşil rengimiz mevcut. Sağ ve sol üst köşede yer alan sağlık çubuklarımız tamamlandığında ise, yeşil bir ejderhaya dönüşebilmek için iki ruhu da bir araya getiriyoruz. Sonrasında olan ortada, ejderha olmanın keyfini çıkartıyor ve koridorun ucundaki ışığı geçerek, bir sonraki bölüme doğru uçmaya başlıyoruz. Olay tabii ki burada bitmiyor. Her bölümde tekrar ayrılan ruhlarımız, aşk hikayelerini farklı grafikler eşliğinde oyuncuya sunuyor. Her seferinde ayrılıyor ve tuzakları doğru şekilde geçtiğimizde, tekrar bir araya geliyorlar.

Biraz grafik
Unity'nin nimetlerinden yararlanan Entwined, kimi zaman hikaye gereği sulu boya tekniği ve kimi zaman ise sanki bizleri uzay boşluğuna davet eden farklı görselleriyle etkiliyor. Hatta ister istemez, kendimizi biraz geçmişte buluyor ve PS2 grafikleriyle bile eğlendirebiliyoruz. Bu durum, kimimiz için büyük bir eksi olsa bile, kim sevmez ki nostalji yapmayı.


Entwined'dan özellikle çevre etkileşimi diye bir şey beklemeyin. Zira oyun boyunca tek yaptığımız, bulunduğumuz ortamı müzik eşliğinde keşfetmek. Doğal olarak biraz duygusallığın ön planda olduğunu, hatta kendinizi rahatlatmak için çerez niyetine zaman geçirebileceğiniz bir oyun olduğunu söyleyebiliriz. Eminim aranızda tekrar oynanabilir bir özelliği olmaıdğı için, Entwined'ı raflarda tozlanmaya mahkum bırakacaklar da olacaktır. 

Astebreed İnceleme,Nasıl Oynanır?

Bağımsız yapımların birçoğunun ne kadar başarılı içeriklerle karşımıza çıktığını biliyoruz. İşin içerisinde bol bol aksiyon ve oldukça başarılı bir hikaye olunca da tadından yenmiyor. Özellikle anime kültürüne yakın olan "bazı" oyunların bu konuda ön plana çıktığını bilirsiniz. Astebreed de bunlardan biri ve bağımsız bir firma olan Edelwise'ın gözbebeği.

Astebreed, on the rail türünde ve bir shoot'em up oyunu. Hatta aksiyon ve arcade türlerini de barındıran Astebreed, Mecha kontrolünü oyuncuların deneyimlemesini sağlıyor.

Anime demişken belirtmekte fayda var, Astebreed görünüşte anime içeriklerine sahip olsa bile, oyuncuyu tatmin eden bir yapısı var.

Hikayeye giriş
Astebreed'in belki de tek kötü tarafı hikaye ancak anlatımı veya sunduğu öykü değil, kısa olması. Yani sanki bir animenin finalini izliyormuş gibi hissediyorsunuz. Konuşmalar eşliğinde kontrol ettiğimiz Mecha'mız, korkusuz pilotlarıyla düşmanlarımızı yok etmemizi sağlıyor.

Birçok oyunda yer alan kötüyü yok etme konsepti Astebreed için de geçerli. Birbirine benzeyen ancak farklı amaçlar uğruna savaşan iki kızın inanılmaz savaşına tanıklık ediyoruz. İkiz olan Fiona ve Estine farklı kaderlerin savaşçıları olsa bile Roy isimli savaşçı, bir şekilde partneri Fiona'ya yardım etmeye çalışmaktadır. Zira Estine'nin amacı hem kardeşini, hem de evreni yok etmektir. Roy ve Fiona, acı verici sonuçları olacağını bilse bile onlara savaş taktikleri veren Deniel'i dinlemeyi tercih edip, Mecha'larını daha güçlü hale getirmeyi amaç edinirler ve evrenin karanlığa girmesini engellemek için ellerinden geleni yaparlar.


Daha fazla shoot'em up
Astebreed, ilk bakışta bizleri 80 ve 90'larda atari salonlarından çıkamadığımız günlere götürüyor. Özellikle türü gereği de böyle bir izlenim uyandırması çok normal.

Toplamda altı farklı silahımız mevcut. Bunların üçü yakın, üçü uzak menzilli silahlar. Kimisi hedefe kilitleniyor ve kimisi ise kılıcımızın tadına bakıyor. Aynı zamanda oyunun kendisinin de üç farklı zorluk seviyesi olduğunu belirtmekte fayda var. Zorluk seviyesine göre boss dövüşleri oldukça farklı boyutlara taşınabiliyor. Mecha'mızın kılıcıyla savurduğumuz roketlerden tutun, düşmanımıza otomatik olarak kilitlenen özel silahlarımız bile mevcut. Hatta bölümler ilerledikle Mecha'mızı geliştirip, daha hızlı uçmasını veya daha sert kılıç darbeleri vurmasını bile sağlayabiliyoruz.

Genel olarak Mecha'nın kontrolü bizde değil, en azından kısmen. Füzelerimiz ve uçuş yönümüz bize bağlı olsa bile, on the rail türünün verdiği hareketliliğe sahip olan Astebreed, her yönüyle oldukça eğlenceli. 

Ufak detaylar gözden kaçmaz
Astebreed'in seslendirmesi tamamen Japonca ve dilerseniz sadece düşmanlarımıza odaklanabiliyor, konuşmaları kapatabiliyoruz ancak bunu tavsiye etmiyorum. Özellikle Mecha severlerin, hikayeyi beğeneceğini düşünenlerdenim (neden bu kadar kısa sürdü diye hala sitem ediyorum). İngilizce altyazı seçeneği olan Astebreed, aynı zamanda bölüm boyunca ilerlerken, karakterlerimiz arasındaki diyaloğu da gözler önüne seriyor. Seslendirmeler resmen bir animeden kopup gelmiş kadar başarılı. Mecha'mız zarar gördüğünde karakterlerin çektiği acı bile seslendirmelere yansımış. En azından kuru kuru, sürekli düşman gemilerini yok etmekle ilerlemiyoruz, aksi takdirde oyun gerçekten sıkıcı olabilirdi.


Crimsonland İnceleme,Nasıl Oynanır?

Çocukluğumuzun vazgeçilmezlerinden olan o devasa atari salonları, zamanında çılgın shooter oyunlarına ev sahipliği yapmıştır. Onları şimdi konsollarda ve PC platformlarından görünce, ister istemez yadırgıyorum. Eskisine oranla daha kolay ulaşabildiğimiz bazı oyunların, grafik veya benzeri iyileştirmelerle karşımıza tekrar çıkması, çok da şaşılacak bir durum değil aslında. Bu konuya nasıl geldiğimin cevabı da Crimsonland'in kendisinden kaynaklanıyor.

2003 yapımlı Crimsonland, PS4 platformuna tekrar giriş yaparak bol bol yaratık ve örümcek öldürerek tam bir kaos ortamına bizleri davet ediyor. Crimsonland'in ilk görseline baktığınızda aklınızdan geçenleri biliyorum: Doom. Merak etmeyin sadece görsel benzerlik gösteriyor, onun dışında tipik bir shooter oyununun ötesine geçemiyor. Belki yerden yere vurmak, fazla ağır olacak ancak benim tercihim Crimsonland'in, PS4'te değil de iOS platformlarına çıkması. PC üzerine tabletlerde Crimsonland deneyimi çok daha eğlenceli olabilirdi.

2D Arena shooter özelliğiyle ön plana çıkan Crimsonland'in kontrolü son derece kolay. Genelde analog tuşlarıyla karakterimizi yönlendirip, nişan alıyoruz. R2 tuşuyla da düşmanlarımızın beyinlerini parçalıyoruz ya da neresine isabet ederse artık. 


Oyunun hikaye bölümü toplamda 60 bölümden oluşuyor ve her bölümde dalga dalga yaratıklar geliyor. Yaratıklardan düşen silahları veya güçlendirmeleri toplayıp, dalgadan kurtulmaya çalışıyoruz. Tabii bölüm sonunda birbirinden güçlü ve daha fazla hasar veren silahların düşeceğini de dip not olarak eklemiş olayım. Her birinin farklı özellikleri ve vuruş kuvvetleri mevcut, tabii nişan alırken hareket halindeki yaratıkları öldürmek, bazı silahlarda daha zor. Tek vuruşta öldürülemeyen yaratıklarda ve bazı bölümlerde doğru silahı kullanamazsanız, sevgili ölüm meleğinin misafiri oluyorsunuz. 

Hikaye deyince arka planda çok güçlü bir senaryo varmış gibi düşünmeyin. Dalga dalga gelen yaratıkları öldürüp, post-apokaliptik bir dünyada hayatta kalmaya çalışan biriyiz biz.

Crimsonland'in hikaye modu dışında ayrıca Survival Mod tarafı da mevcut. Survival Modu, Dead Nation'daki ve Rosegun'daki gibi ilerliyor, ayrıca beş farklı seçenekle karşımıza çıkıyor. Her seçenekle hikaye kısmında kazandığımız ödülleri kullanarak, daha zorlu düşmanlarla karşılabiliyoruz. Ayrıca dört kişilik seçeneğiyle ortalığı kana bulamanız da mümkün. Tabii 4 kişi olduk, oh rahatız hissiyatını yakalamadan, daha hızlı yaratıkların üzerinize çullanacağını da belirteyim. Survival modun herhangi bir sonu da olmadığına göre, ne kadar dayanacağınızı test etmenizin en güzel yanı.


Genel olarak başarılı müzikleri ve arkadaşlarınızla vakit geçirebileceğiniz eğlenceli bir oyun olsa bile, Crimsonland'in PS4 platformunu tercih etmesi çok da doğru bir tercih değil. Sanki tamamlanmamış bir oyun hissiyatını yaratması, Crimsonland'in diğer kötü yanı. Özünde eğlenceli olması ve çerezlik bir oyun olması, Crimsonland'i ayakta tutan tek etmen olabilir.

Moebius İnceleme,Nasıl Oynanır?

En son dört bölümlük Cognition serisi ile karşımıza çıkan Jane Jensen (Gabriel Knight serisi ile ünlü) kendi stüdyosu Pinkerton Road’ın geliştirdiği Moebius – Empire Rising ile bizlere yeniden merhaba dedi. Macera oyunları kategorisinde hiç de fena bir yapım sayılmayan Cognition serisinden sonra Moebius’un duyurulması ile macera oyunu tutkunlarının beklentileri de doğal olarak yüksek olmuştu. Kickstarter kampanyası ile desteklenen yapımdan en az Cognition seviyesinde veya daha da iyi bir yapım beklerken özellikle teknik bakımdan maalesef umduğumuzu değil bulduğumuzu yedik :)

Malachi Rector ile tanışın

Moebius’un ana karakteri ve kahramanımızın adı Malachi (Malakay diye okunuyor) Rector. Takım elbisesinden ödün vermeyen ve oldukça yüksek bir IQ’ya sahip olan Rector, antika işindedir. Rector’un işi zengin insanların servet ödeyerek satın aldığı veya alacağı tarihi eserlere değer biçmektir. Bir bakışta karşısındaki antikanın sahte mi yoksa gerçekten servet değerinde mi olduğunu anlayabilen Rector, doğal olarak kimi müşterisini memnun ederken kimilerine çöp satın aldığını iddia ederek tepesinin tasını da attırabilmektedir. Anlayacağınız, fotoğraf hafızasına sahip olan Malachi Rector’un gözünden hiçbir şey kaçmamaktadır.


Yine günün birinde İspanya’dan yine böyle bir işten dönerken Rector, hükümete bağlı gizli bir organizasyon olan FITA’nın müdürü Amble Dexter’dan kendisi ile görüşmesi üzerine davet edilir. Bay Dexter, Rector’dan antikalara değer biçmesini değil, insanları değerlendirmesini ister. Dexter’ın istediği Rector’un Venedik’e gidip orada öldürülen kadın hakkında bilgi toplayıp “yaşadığı yaşam bakımından tarihte hangi kişiliğe benzediğini” öğrenmesidir. Basit bir örnek verecek olursam; yaşamınızın Napoleon ile benzer olduğunu düşünün. Askeri bir okula gittiniz, yüksek bir rütbe ile atandınız, yabancı bir gücü alt ederek terfi ettiniz, vatan haini ilan edildiniz vs. Dexter da bunu Rector’dan istemektedir çünkü Rector’un inanılmaz bir hafızası ve tarihi bilgisi vardır. İlk olarak Rector işinin sadece sanat eserleri ile olduğunu söyleyerek bunu reddeder ama Dexter’ın ona önerdiği rakamlar Rector gibi elit bir adamın bile iştahını kabartır ve nihayetinde Rector görevi kabul eder. Görevi kabul eden Rector nasıl bir işe bulaştığının farkında bile değildir ve Moebius Teorisi de onunla beraber harekete geçmiş olur.


Moebius’a başlamadan önce ana menüde bulunan “E-Comic”e tıklayarak Malachi Rector’un çocukluğu ve geçmişi hakkında da küçük de olsa bilgi edinebiliyoruz. Bir nevi prequel yani. Moebius’un senaryo olarak selefi Cognition’u arattığını söyleyebilirim. Moebius’ta Cognition’daki karanlık hava, gerilim bulunmamakta. Buna karşın tek olarak ele aldığımızda Moebius’un da hikâyesinin kendine göre bir çekiciliği olduğunu söylemekte fayda var. Oyundaki atmosfer oynadıkça yükseliyor ve Moebius’un ne olduğunu öğrendikçe daha ilginç bir hal almaya başlıyor. Yani ilk başlarda tekdüze olarak adlandırabileceğimiz atmosfer Rector olayların içine daldıkça gelişiyor ve ilginç gelişmeleri beraberinde getiriyor. Ha, bana sorarsanız bazı yerleri gereğinden fazla şişirilmiş ama yinede sıra dışı içeriği ile Moebius – Empire Rising hikâye olarak dikkatleri üzerine çekebiliyor. Ayrıca bahsettiğim gibi Venedik, Kahire, New York, Zürih gibi birçok farklı şehirde bulunmamız oyuna renk katmış.

Analiz, analiz, daha çok analiz
Bir macera oyununu destekleyen önemli direklerden birisi olan bulmacalara ne yazık ki Moebius’ta rastlayamıyoruz. Elbette etrafta kabak gibi duran bir nesneyi alıp yine kabak gibi nerede kullanacağımız belli olan bulmacaları saymazsak. Oynayananı zorlayabilecek puzzle/bilmece tarzı bulmaca Moebius’ta bir tane var sadece. Bunun dışında oyunda analiz yapmaktan başka bir şey yapmıyoruz. Analiz olayı ilk başlarda değişik olduğu için çekici geliyor ama ardı ardına sürekli yapınca bir anlamı kalmıyor. Oyunda iki adet analiz şekli mevcut, birisi puan getiren (bu puanlar hiçbir işe yaramıyor, sadece oyunu kaç puan ile bitirdiğinizi gösteriyor) keyfi analizler ve keyfi olmayan çözülmesi zorunlu analizler. Keyfi analizlerde bir karaktere tıkladıktan sonra çıkan beyin simgesine tıkladıktan sonra karakterin tavrına anlam vermeye çalışıyoruz. Örneğin sert bakıyorsa, ciddi bir adamdır veya bir şeye kızmıştır diyebilir, ellerindeki yarala bakarak sıkça kavgaya karıştığını veya beden gücü gerektiren bir işte çalıştığını tahmin etmeye çalışabiliriz. Doğru tahminleri yaptığınızda da işte puan kazanıyorsunuz.

Zorunlu analizlerde ise öncelikle analiz etmemiz gereken karakter hakkında “data points”lar toplamamız lazım. Bu karakterleri analiz etmek için genelde 8 ila 13 arasında çıkan data pointslara (kısaca bilgi) ihtiyacımız var ve bunları karakterin kendisi veya çevresi ile konuşarak, yaşadığı ortamı inceleyerek elde ediyoruz. Tüm bilgileri topladıktan sonra da Rector artık analizi başlatabileceğini söylüyor ve başlıyoruz bu karakterin tarihteki hangi karakter ile benzerlik gösterdiğini çözmeye. İşte iki çocuğu varsa tarihte başka kimin iki çocuğu var, kim genç yaşta evlenmiş, zengin bir aileden geliyor falan eleyerek tarihi kişiliği buluyoruz. Dediğim gibi ilk başlarda analiz olayı eğlenceli ama analiz etmekten başka bir şey olmayınca bir anlamı da kalmıyor.

Envanter ve kontroller

Moebius’taki envanter Cognition’daki ile hemen hemen aynı. Envanter ekranın sağında duruyor ve imleci o tarafa götürdüğümüz zaman beliriyor. Envanterde bulunan bir nesneye tıkladığınızda kutucuğa seçmiş oluyorsunuz ve insanların üzerinde “çanta” simgesi varsa o kutucuktaki nesneyi kullanmaya çalışıyorsunuz.  Yine envanterin kendi içinde inceleme ve birleştirme tuşları da mevcut. Menü tuşları ise ekranın sol üstünde. Burada ana menüyü görüntüle tuşu, cep telefonu, harita ve hotspot var. Cep telefonu tuşuna sıkça tıklayacağız çünkü içerisinde analiz etme, bilgi edinme, arama, yardım gibi fonksiyonlar var. Harita tuşunu da başka bir mekâna geçmek isterseniz kullanabilirsiniz.  Hotspot (ekrandaki tıklanabilen nesneleri görüntüleme) tuşunu kullanmanıza gerek yok zira klavyenizin space tuşu da bu işi görüyor.


Kontroller ise basit. Rector’u imleç ile istediğimiz yere götürebiliyoruz ve bir nesne/karakterin üzerine tıkladığımızda karşımıza yapılabilecekler çıkıyor. Konuşmak için konuşma baloncuğu, incelemek için göz, analiz etmek için beyin, envanterdeki nesneyi kullanmak için çanta ve bir aksiyon gerçekleştirmek için çark işareti. Etrafta toplayabileceğiniz nesneler zaten gözünüze sokulmuş. Bu arada, nesne lazım olmadıkça Rector o nesneyi almıyor.


The Golf Club İnceleme,Nasıl Oynanır?

Öyle bir yer ki oyun dünyası, yeterince paranız ve şöhretiniz yoksa kolay kolay söz sahibi olamıyorsunuz. Bu nedenle küçük bütçelerle ortaya çıkan ve büyük firmalara bağlı olmayan “indie” diye tabir edilen yapımlar, tam bir kurtlar sofrasında buluyorlar kendilerini. Kanadalı yapımcı HB Studios tarafından geliştirilen The Golf Club da sessiz sedasız piyasaya sürülen, grafikleri ve gerçekçi oyun tarzı ile iddialı olduğunu dile getiren bir golf oyunu. Piyasanın en az oyun üretilen klasmanı olan golf türünde karşımıza çıkması bir avantaj elbette, ama oyun o kadar da başarılı mı, gelin birlikte irdeleyelim.

Durumum yoktu kardeş, okuyamadım

Aslında şimdi döşenip golf sporunun bir iddiaya göre Çinliler tarafından icat edilmiş olduğuna, başka bir iddiaya göre de Romalıların MÖ dönemlerde golf benzeri bir spor ile ilgilendiklerine değinmek isterdim ama önceki incelememin ardından sizlerden gelen, “özet geç, değerli din kardeşim!” ve “durumum yoktu, okuyamadım” şeklindeki tepkileri göz önüne alarak, direkt konuya, yani The Golf Club’a geçiyorum.

PGA Tour gibi daha fazla kitleye hitap etmek yerine, tamamen gerçekçiliğe odaklanan ve golf sporunun gerçek tutkunlarına hitap eden bir oyun yapmayı kafasına koymuş olan yapımcılar, The Golf Club’da kelimenin tam anlamıyla bir simülasyon oluşturmaya çalışmışlar. Sunulan kontrol sisteminden, bölüm tasarımlarına ve ekran üzerindeki bilgilendirme simgelerine kadar, sadece golf hakkında bilgi sahibi olanları baz almışlar. Hal böyle olunca golf oyunu ile hiç tecrübesi olmayan ya da bu oyun ile hasbelkader karşılaşmış insanlar için uzun bir alışma evresi ortaya çıkıyor diyebiliriz.

Ya vezir olurum ya da rezil

Golf sporunun en kritik noktası olan topa vuruşun, tamamen analog kol ile yapıldığını belirterek söze başlayalım. Yapımcılar gerçekçilik oluşturmak adına, oyuncunun topa istediği miktarda vurabilmesi için analog kolu geriye doğru çekip, istediği hızda ileriye ittirmesi üzerine bir sistem kurmuşlar. Bilgisayarda da durum pek farklı değil. Bu sefer de farenizi geriye çekip ileriye ittirerek topu fırlatıyorsunuz. Topa vururken herhangi bir çizgi ya da bar ortaya çıkmadığından tamamen sizin önsezileriniz devreye giriyor. Analog kolu ne kadar geri çekeceğini ve ne kadar hızlı biçimde ileri iteceğinizi hislerini kullanarak belirlemeniz gerekiyor. Bu sistemi kullanmaya başladığınızda, Wii’nin hareket algılayıcı kumandasında ilk kez bowling oynayan misafir çocuğu gibi yüreğiniz heyecanla doluyor ama bir süre sonra bu kontrolün haddinden fazla zorladığını da tecrübe ediyorsunuz. Simülasyon yarış oyunlarındaki tüm yardımlarını kapatıp, yağmurlu havada viraj dönmeye dönüşüyor bu kontrol sistemi. Alışması da uzmanlaşması da zor.


Tamamıyla golf tutkunlarına hitap ettiği için, amacımızın en vuruş yaparak topu deliğe sokmamızın gerektiğini; sopa seçiminin, rüzgârın ve zeminin eğiminin ne kadar önemli olduğunu detaylı biçimde anlatmaya gerek yok sanırım. Yapımcılar tüm bu dış etkenleri gerçek hayatta olduğu gibi detaylı ve özüne uygun biçimde oyuna aktarmayı başarmışlar. Özellikle topun düştüğü yerdeki zeminin özelliği ve açısı, en az rüzgâr ve sopa seçimi kadar hayati ölçüde oyunu etkiliyor.

Spikerden mutlaka bahsetmemiz gerek. Her atışın ardından mantıklı yorumlarda ve tavsiyelerde bulunuyor sanal anlatıcımız. Açık konuşmak gerekirse, vasat üstü seviyede bulduğum oyunun spikeri beni biraz şaşırttı diyebilirim. Diğer spor oyunlarındaki saçmalayan spikerler yerine, buradaki anlatım çok daha gerçekçi ve gelişen olaylarla daha örtüşlür biçimde karşımıza çıkıyor.

Sentris İnceleme,Nasıl Oynanır?

Günümüzde oyun geliştiricileri için Kickstarter'ın yeri ve önemi büyük. Bunun ardındaki en önemli sebep ise, oyun firmalarının risk almak istememeleri ve bilindik yollar aracılığıyla, yeni şeyler denemeden, piyasayı birbirinin aynı ürünlerle domine etmeleri. Tabii bu durum, Kickstarter ile sonlandı ve küçüklü büyüklü pek çok stüdyo, hayal güçlerinin rehberliği ışığında birbirinden "bağımsız" oyunlar geliştirmeye başladılar.

İşte Kickstarter desteğini arkasına alan son oyun ise, yarı bulmaca yarı ritim tutma türüne ait Sentris

Sentris, yapısı itibarıyla oldukça sevilen ve bilinen Osu'dan ayrılmakta. Osu'da yapmamız gereken karşımıza çıkan noktalara, şarkıya uyumlu bir ritim eşliğinde ve tam zamanında tıklamaktı. Dahası, Osu'nun temel amacı, reflekslere dayalı bir ritim oyunu olmakken, Sentris'te yapacağımız işler biraz farklı. Öncelikle Sentris'te oluşturacağınız ritim, çözmüş olduğunuz bulmacanın bir yan ürünü. Yani Sentris'te ana amacını ritim tutmak değil, bulmacayı çözmek. Tabii bulmacayı çözmek ve bölümü tamamlamak bir hayli zor. Ayrıca Sentris, Osu gibi reflekse dayalı değil, gözleme ve dayalı bir bulmaca oyunu. Yani elinizde bulunan renkler bittiğinde -ki illaki bitecek- tehlike çanları sizin için çalacak.

Öncelikli olarak Sentris'te bulunan zorluk seviyelerinden ve oyun modlarından bahsedeyim.



Sentris'in erken erişim sürecinde, henüz oyun modları bulunmamakta. Bunun yerine oyunumuz, "kolay", "orta" ve "zor" olmak üzere üç farklı zorluk moduna sahip. Ayrıca modlar, kendi altlarında birbirlerinden farklı yapılara sahipler. Örnek vermek gerekirse kolay modunda üç alt seviye, orta zorlukta bulunan iki farklı seviyenin yanı sıra zor modunda ise, tek bir seviye bulunmakta ve inanın, zorluklar arasında gerçekten hatırı sayılır bir seviye farklı mevcut.

Gelelim Sentris'i Osu'dan ve Guitar Hero gibi oyunlardan ayıran bir diğer unsura

Sentris'te, oyun alanı olarak dört katmanlı bir çember bulunmakta. Sahip olduğumuz çember, farklı bölgelerinde ve farklı katmanlarında, bir takım içi boş kutucuklara sahip ve işte Sentris'in bulmaca kısmı, burada devreye girmekte. Çemberin üst kısmında sahip olduğumuz türlü renkteki çubuklar ile, dönen çemberin etrafındaki kutucukları doldurmalıyız. Maalesef bu sayede oluşturulan bulmacalar, işimizi bir hayli zorlaştırmakta.

Peki ya oynanış yapısı?

Sentris'te faremizin sağ tuşu ile doğduracağımız çubukların boyutunu ayarlıyoruz. Bunu sebebi ise çemberimizin çok katmanlı olması. Yani doldurmamız gereken kutucuk, ikinci katmanda bulunuyorsa faremizin sağ tuşuna iki kere basmalı ve çubuğumuzun boyunu arttırmalıyız. Faremizin sol tuşu ile de oluşturduğumuz çubuğumuzu, doğru zamanda kutucuğun içine bırakabiliyoruz. Son olarak faremizi yukarı ya da aşağı doğru sürüklediğimizde ise, çubukların farklı renklerini seçebiliyoruz ki bu, Sentris'in bulmaca unsurunu ortaya çıkaran regane mekanik konumunda.



Gelelim Sentris'in bulmaca yapısına


Sentris'te bulunan çemberimize, sadece belirli sayıda ve renkte çubuklar bırakabiliyoruz. Örnek verecek olursam, oynadığımız bölüm gereği kullanabileceğimiz dört kırmızı çubuğa sahibiz diyelim. Dört kırmızı çubuğumuzun hepsi oyun alanında bulunuyorsa, koyma sırası tekrar kırmızı çubuğa geldiğinde çembere koyduğumuz kırmızı çubuklardan ilki çemberden yok olup kullanılabilir olarak elimize geliyor. Bunun önüne geçebilmek için faremizi yukarı veya aşağı kaydırıp farklı renkler seçebilirsiniz ancak inanın yapması, söylemesinden çok ama çok daha zor.

Son olarak Sentry'de, bulmaca çözebileceğimiz ve içimizi bir nebse olsun ferahlatacak 11 farklı arka plan bulunmakta. Tabii arka planların bulmacalara ya da oynanışa herhangi bir katkıları yok ancak sürekli aynı arka plana bakan ve bundan rahatsız olan oyuncular için farklı alternatiflerin oluşturulması her zaman iyidir.



Sonuca gelelim

Sentry, açıkçası ritim tutma türü oyunları seven kesime değil, tam aksine bulmaca türünü seven oyunculara hitap eden bir oyun olarak karşımıza çıkmakta. Ayrıca oyun, henüz erken erişime yeni açıldığı için ve alfa aşamasında bulunmasından ötürü, oyunun arayüzü hakkında kötü bir şey söylemek için henüz erken. Eğer siz de farklı türde ve zorlayıcı bulmaca oyunları arıyorsanız, 

Wasteland 2 İnceleme,Nasıl Oynanır?

Çeyrek asırlık bekleyiş… Evet, tam 25 senedir Wasteland’in ikinci oyunu için gün sayıp duruyoruz. Defalarca ertelenmesine ve iptal söylentilerine rağmen bir şekilde ayakta kalmayı başaran yapım, oyun dünyasına büyük katkıları olan Kickstarter projesi ile yeniden hayat bulunca eski oyuncuların içinde fırtınalar koptu diyebiliriz. Yeterli maddi desteği arkasına alınca sonunda hayaller gerçeğe dönüştü ve Wasteland 2 bir masal olmaktan çıktı.

Yeni nesil oyuncular Wasteland hakkında bilgi sahibi olmayabilir. Tarihler 1988’i gösterdiğinde Commodore 64’ün 16 renkli ekranında yer alan, tam iki kaset dolusu, o dönem için akıl almaz büyüklükte bir oyundu Wasteland. Sadece 64 KB hafızası olan Commodore 64’te bizlere harika bir macera yaşatmış, birkaç piksellik karakterimizle çorak toprakları arşınlarken bambaşka bir dünyaya sürüklemişti. Aradan geçen onca zamanda oyun dünyası çok değişti. Grafikler akıl almaz seviyelere ulaştı, oyunların tempoları tavan yaptı, toplam oyun süreleri kısaldı. Peki ya Wasteland? “Old School” diye tabir edilen ve eski nesil oyunculara hitap eden Wasteland 2 bu çağa ayak uydurabildi mi?

Standing on the edge of the crater*

Laf salatası ile vaktinizi almak istemiyorum. O yüzden oyunun perde arkasına çok kısa değineceğim. Daha popüler olması nedeniyle herkesin yakından tanıdığı Fallout tarzı bir oyun şekline ve atmosfere sahip Wasteland 2. Nükleer patlama sonrası dünya üzerindeki yaşamın baştan aşağı değişmesi ve yeni bir düzeninin kurulmasına değinen bir oyun. Güçlü olanın kendi kurallarını uygulamaya koyduğu, modern yaşamımızdaki en basit öğelerin bile büyük birer nimet olduğu çorak topraklarda geçiyor. Çevreye hakim olan kaosa dur demek için bir araya gelen dört çöl korucusunu yöneterek, insanlara yardımcı olmaya çalışıyoruz. Elbette bunu yaparken kendi kurallarımızı uygulamakta, kendi seçimlerimizi yapmakta özgürüz.


İki boyutlu FRP oyunları dönemindeki gibi izometrik açıdan ilerlediğimiz Wasteland 2’de, savaş esnasında sıra tabanlı oynanışa geçiliyor. Takım halinde doğru hamleler yapmak ve taktiksel açıdan çatışmaları doğru şekilde süzmek son derece önemli. Her karakterin kendine has becerilerinin yer aldığı, ekip çalışmasının hayati öneme sahip olduğu oyun tarzı bulunuyor.

Like the prophets once said

Wasteland 2’ye başladığınız anda dört adet karakteri oluşturmanız bekleniyor. Daha bu ekranda bile oyunun nasıl da eski nesil oynanışı benimsediği, bir an evvel maceraya dalmak isteyen oyuncuların uzak durması gerektiğini kısa yoldan anlatılıyor diyebiliriz. Tamam, önceden hazırlanmış dokuz karakterden dilediğimiz dört tanesini seçerek oyuna hemen giriş yapabiliyoruz ama emin olun ki, oyunda biraz deneyim kazandıktan sonra, yeniden başlayıp karakterlerini kendiniz yapmış olmayı dileyeceksiniz. Bu yüzden, önceden hazırlanmış karakteri seçseniz bile üzerilerinde ufak rötuşlar yapsanız iyi olur.

* Ara başlıklar, Metal Gear Solid V: The Phantom Pain fragmanının tema müziği olan, Mike Oldfield’ın ‘Nuclear’ isimli parçasına aittir.

Karakter oluşturma bölümü o kadar detaylı ve o kadar önemli ki, yapacağınız en ufak bir hata tüm oyun boyunca kafanızı duvarlara vurmanıza neden olabiliyor. Karakterimizin becerilerini seçtiğimiz ana ekranın sol kısmında fiziksel kabiliyetleri oluşturuyoruz. Hamle sırası kendine geldiğinde ne kadar hızlı hareket edebildiği, silahını ne kadar iyi kullanabildiği, gücü, dayanıklılığı ve şans faktörü gibi özellikleri belirleyebiliyoruz bu ekranda. Sağ kısımda ise biraz daha detaylı özellikler var. Alarmları etkisiz hale getirme, patlayıcı uzmanlığı, hackerlık, tıbbi müdahale gibi özelliklerin yanı sıra, kaba kuvvet kullanma, liderlik, önsezi, konuşma becerisi, hayvanlara hükmetme gibi oynanışı derinden etkileyen özellikler de bulunuyor.

Kahramanlarımızın ateşli ve yakın dövüş silahlarını ne derece iyi kullanabildiği de karakter oluşturma ekranında belirleniyor. Puanları dağıtırken, dört karakterin de farklı silahlarda uzmanlaşmasına ve bulduğunuz her silahı mutlaka kullanmayı bilen birinin bulunmasına dikkat etmelisiniz. Aynı silahta uzmanlaşmış birden fazla karakter olursa, mermi sıkıntısı yaşayabilirsiniz.

Bir sonraki ekranda ise karakterin kişisel bilgileri, dini görüşü, etnik kökeni ve sigara kullanması gibi seçenekler de sunuluyor. Hatta kendinizi olaya iyice kaptırırsanız, karakterin biyografisini bile yazabileceğiniz bir ekran bulunuyor. Karakterin görünüşü belirlediğimiz ekran çok detaylı değil ama zaten büyük bir önem de arz etmiyor.

and the ashes are all cold now

Karakter oluştururken bir iki tüyo vermeden geçmek olmaz. Kesinlikle dört karakterin de farklı konularda uzman olduğundan emin olmalısınız. Kaba kuvvete güvenen karakter meydana getirdiyseniz, mutlaka bir tane de teknik konularda uzman takım elemanı oluşturmanız gerekli. Aynı şekilde grupta kesinlikle bir şifacı, bir de ağzı laf yapan karakter olmalı ki, kısa yoldan çözüme ulaşabilesiniz.

Özellikle oyunun başında kaba kuvvet ile kapıları, kilitleri kıran bir karaktere ihtiyaç duyuluyor. Aynı şekilde bilgisayar uzmanlığı ile sistemleri hackleyebilen ekip elemanı da olmazsa olmazların arasında. Önsezi sahibi olmak ve tuzakları önceden fark edip patlayıcıları etkisiz hale getirmek de çok sık kullanacağınız becerilerin başında geliyor. Etrafta bulacağınız ek parçaları kullanarak elinizdeki silahı daha güçlü hale getirebilmek için ise “weaponsmith” özelliğine sahip olan bir karaktere ihtiyacınız var.


Mutlaka bilinmesi gereken kabiliyetlerden biri de konuşma esnasındaki ikna becerisi. Burada üç farklı seçenek karşımıza çıkıyor; “Smart Ass”, “Kiss Ass” ve “Hard Ass”. Smart Ass konusunda uzmanlaşırsanız, karşınızdakini kelime oyunları ile ikna edebiliyor ve istediğinizi yaptırabiliyorsunuz. Kiss Ass özelliği ile rakibinizi manipüle edip aradığınız bilgiyi ele geçirebiliyorsunuz. Hard Ass ile de kabadayılık taslayıp, tehdit savurarak istediğinizi yaptırmaya ya da bilgiyi ele geçirmeye çalışıyorsunuz. Bu üç özellik de oyun içinde sayısız defa işinize yarayabiliyor. Bu nedenle, farklı karakterlere bu özellikleri paylaştırırsanız, görevleri kısa yoldan yapma imkanına kavuşuyorsunuz.

No more bullets and the embers are dead

Gelelim oynanışa. C64 nesline yetişmediyseniz bile, oynanışın iki boyutlu Fallout’lara benzediğini söylememiz yeterli olacaktır. Oluşturduğumuz dört kahramanımız da aynı anda ilerleterek karşılaştığımız karakterlerle etkileşime giriyor, uzun diyalogları dinliyor ya da okuyor ve ardı sıra görevleri yerine getiriyoruz. Yeni bir şehre girdiğimizde konuşmamız gereken pek çok insan, okumamız ve anlamamız gereken pek çok diyalog, araştırması beklenen sayısız mekan bulunuyor. Haliyle, “Elime silahı geçirir, herkesi kevgire çeviririm!” diye bekleyenler bu oyunda hüsrana uğrayabilir. Wasteland 2, özellikle konuşma, taktik kurma, gizemleri çözme ve karakterleri belirli konularda geliştirme üzerine kurulu.

Bir şehirden diğerine giderken ana hartaya geçiyor, keşfedilmemiş bölgeleri dolaşıyorsunuz. Burada dikkate edilmesi gereken iki konu var; biri radyasyon, diğeri de su. Etrafta radyasyon sızıntısı varsa sol alt kısımdaki ibreden bunu görüyor ve işitiyorsunuz. Dolayısıyla bazen yolunuzu uzatmanız gerekiyor. İlerleyen bölümlerde ise mecburen radyoaktif bölgelerden geçmek gerekiyor. Bunun için de radyasyon kıyafeti giymemiz zorunlu oluyor. Öte yandan su miktarınız da yürüdükçe azalıyor. Bu nedenle harita üzerindeki kuyuları tespit etmek ve kuyuların konumlarına göre güzergahınızı belirlemek çok önemli. Kuyulara sağ salim ulaşırsanız, mataralarınızı doldurabiliyor, susuzluğunuzu gideriyorsunuz.

Whispers in the air tell the tales

Peki, elimize hiç mi silah almıyoruz? Elbette sayısız defa çatışmaya gireceğiz, ama burada da taktik öğeler ön plana çıkıyor. Karakterleri doğru konumlara yerleştirmek, düşmanlara tek bir noktadan değil, farklı açılardan saldırmak ve çevredeki objeleri avantajınıza kullanmanız çok mühim konular. Her karakterinizi uzman olduğu silah ile kuşattıktan sonra, çatışma esnasında düşmana yakın mı, yoksa uzak mı olacağını belirlemeniz gerekiyor. Tabanca kullanmayı iyi bilen bir karakter mecburen belli bir seviyeye kadar yaklaşması gerekirken, tüfek kullanmayı bilen karakteri sıcak çatışmanın uzağına yerleştirmeniz en mantıklısı.

Karakterlerin becerileri doğrultusunda, silahları ateşledikleri zaman isabet ettirme şansları da ortaya çıkıyor. Çatışma esnasında, düşmana silahınızı doğrultunda yüzdelik dilimlerde sayılar görüyorsunuz. Bu sayılar, tetiğe bastığınız zaman isabet ettirme şansınızı gösteriyor. Tüfek kullananlar uzaktan, tabanca tercih edenler de yakından ateş edince bu yüzde artacaktır. Elinde dürbünlü tüfek olan bir karakteriniz düşmanla burun buruna geldiyse atış şansı %0’a kadar düşebildiğini unutmamak gerek. Hal böyle olunca hemen silahı değiştirip, yakın dövüşe geçmeniz gerekebiliyor.

Çevredeki cisimleri de avantajınıza kullanmanız çok önemli. Siperlere saklanarak hem vurulma şansınızı düşürüyor, hem de daha net atışlar yapabiliyorsunuz. Aynı şey yere eğilmek için de geçerli. Karakterinize dik çökerek atış yaptırırsanız hem hedef küçültmüş oluyorsunuz, hem de daha yüksek yüzde ile atış yapabiliyorsunuz.

Of the brothers gone

Sıra tabanlı savaş sistemi benimseyen her oyunda olduğu gibi Wasteland 2’de de “Action Point” ismi verilen hareket sınırlamamız var. Her karakterin hızına ve kullandığı silaha bağlı olarak AP miktarı doğrultusunda hamle hakkı oluyor. Çatışma ekranında ne kadar ilerleyebildiği ve kaç defa silahını kullanabileceği buna göre belirleniyor. Silahınızı yeniden doldurduğunuzda, yere çömeldiğinizde ya da birkaç adım yer değiştirdiğinizde AP puanınız azalıyor. Bu da, yeri geldiğinde silah ateşlemenize fırsat kalmadan sıranızın geçmesine sebebiyet verebiliyor.


Şans faktörünü de unutmamak gerek. Karakteri oluştururken belirlediğimiz şans düzeyi, çatışma esnasında zaman zaman işe yarayabiliyor. Sıra karakterinize geldiğinde şansı yaver giderse çatışmada daha etkili rol üstlenebiliyor. Eğer şanssız bir gün geçiriyorsanız, elinizi tetiğe bastığınız anda silah tutukluk yapabiliyor ve boş yere AP puanı harcayıp hiçbir şey yapamadan sıranızı savmak zorunda kalabiliyorsunuz.

Çatışmaların ardından şifacınız ile tüm ekibi elden geçirmeniz gerekiyor. Kimi zaman ağır yara alan veya vücudunda kesikler oluşan karakterler kan kaybından ölme tehlikesi geçirebiliyor. Bu nedenle grupta mutlaka eli neşter tutacak, ameliyattan anlayan biri olmalı. Zehirlenme durumları da çok sık karşılıyor. Çantanızdaki antidotları uygun zamanda kullanmak çok mühim. Zehirlenmeler ve kanamalar müdahale edilmese bile bir süre sonra etkisini yitirse de, düzenli aralıklarla hayat puanının eksiliyor olması, çıkacak ilk çatışmada nalları dikmemize neden olabilir.

Outland İnceleme,Nasıl Oynanır?

Küçüklüğüm Sonic, Ruff' in Tumble ve Metal Slug gibi sürükleyici iki boyutlu platform oyunları ile geçti. Bu oyunlardan aldığım zevk gerçekten bir başkaydı. Günümüz oyunlarında olmayan bir zevkten bahsediyorum. Ne yazık ki gelişen teknoloji ile bu oyunların sayılarında ciddi bir azalma oldu. Fakat her ne kadar sayıları azalsa da bazı iki boyutlu platform oyunları, hem eski platform oyunlarının zevkini sunuyor, hem de yeni nesil teknolojinin nimetlerinden sonuna kadar yaralanıyor. Outland de bu oyunlardan biri! Oyunu elime aldığımda epey şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Beklediğimden çok daha güzeldi ve her geçen saniye daha da güzelleşmeye devam ediyordu. Oyuna duyduğum hayranlığı burada noktalayarak, oyunun detaylarını anlatmaya geçmek istiyorum.

Burası karanlık bir dünya

Outland karanlık ve aydınlık güçlerin var olduğu, sihirli bir dünyayı konu alıyor. Bizim karakterimiz ise zamanla iki tarafından gücünü kontrol ederek, kahramansı bir hikayeyi yaşıyor. Oyunda kırmızı güçler karanlığı, mavi güçler aydınlığı simgeliyor. Karakterimiz her iki gücüde kullanarak, karşısına çıkan bulmacaları çözüyor, engelleri geçiyor ve yaratıklarla savaşıyor. Her iki gücün, bulmacalarda ve beceri gerektiren engellerde kullanılması oyuna çok farklı bir hava katmış. Örnek verecek olursam, oyunda kırmızı gücü kullanırken, kırmızı renkteki çevre saldırılarına karşı korunmuş oluyorsunuz (aynı durum mavi güç için de geçerli). Fakat tam o sırada kırmızı renkte bir düşman üstünüze geliyor. Bu düşmanı yenmek içinde kırmızı güçten mavi güce geçiş yapmanız gerekiyor. Çünkü, oyundaki en basit yaratıklar bile, sizle aynı renkte güç kullandığı zaman yenilmez oluveriyor. Bence oyunun güzel yanı da burada ortaya çıkıyor. Aksi takdirde Outland’in normal bir platform oyununda çok da bir farkı kalmazdı.


Tuşlar arasında hızlı geçişlerle, hem engellerden kaçmanız, hem yaratıklarla savaşmanız, hem de çevre ile etkileşime girerek oradan oraya atlamanız gerekiyor. Bu yüzden benim tavsiyem, oyunu gamepad ile oynamanız. Oyunun en başında çok fazla kombinasyon kullanmasanız da ilerledikçe karakteriniz bir çok özellik kazanıyor ve bunları karşınıza çıkan engelleri aşmak için kullanıyorsunuz. Bu arada bir parantez açmak istiyorum. İlk kez geçmişe gittiğiniz sahnenin son bölümünde epeyce uzun bir merdivenden tırmanacaksınız. Arkadaki manzara, ışıklandırmalar, yansımalar gerçekten çok hoş görünüyor. Manzarayı gözden kaçırmamanızı tavsiye ederim. 

Konumuza dönecek olursak, güçler arası geçişleri çok seri bir şekilde yaparken, kaymak, tırmanmak, zıplamak, tutunmak ve hatta düşmanlarla da savaşmanız gerekiyor. Bu da ciddi bir el çabukluğu gerektiriyor. Ben klavyeyi gerektiği kadar hızlı kullanamadığımdan dolayı gamepad ile oynarken oyundan daha çok zevk aldım. Yine de tercih sizin, ben klavyesiz oynamam, klavye benden sorulur derseniz, kolay gelsin.

Bana atmosfer gerek

Outland gerçekten özel bir oyun ve bunu oyunu oynamaya başladığınız daha ilk dakikada anlayabiliyorsunuz. Oyunun kurgusu bu kadar güzel olunca, daha farklı arayışlar içine girmenize gerek kalmıyor. Fakat Outland diğer konularda da bizi tatmin etmeyi beceriyor. Oyunun grafikleri ve sesleri, karakterin yaşadığı atmosferi size çok güzel yansıtıyor. Hatta bazen gölgelendirmeler, ışıklandırmalar, arka planda olan bitenler o kadar çok dikkatinizi çekiyor ki, oyunu bir an için unutmanız içten bile değil. Sesler, karakterin az enerjisi kaldığındaki yaralı duruşu, hoplayıp zıplarken çıkardığı sesler, şöyle bir durayım nefes alayım dediğinizde arka fondaki rengârenk dünya; bence, Outland bir bütün olarak iyi bir oyun olmayı hak ediyor. Kurgusu da Outland’in muhteşem atmosferini tamamlıyor.

Karakterin yavaş yavaş kazandığı özellikler sayesinde, bitirdiğiniz bölümleri daha sonradan tekrar oynayarak, ilk oynadığınızda erişemediğiniz geçitlere, yerlere erişebiliyorsunuz. Bu yerlerde genel olarak karakterinizi geliştirebilmeniz için fırsatlar bulunuyor. Bu fırsatları ne kadar çok elde ederseniz, karakterinizi o kadar daha çok geliştirebiliyorsunuz. Karakteriniz de ne kadar çok gelişirse, Outland size o kadar geniş ve kapsamlı bir çevre sunuyor. Bu da bir o kadar daha eğlence demek oluyor. 

Tüm macerayı yaklaşık olarak 10 saatte, eğer becerikli bir oyuncuysanız da 8-9 saatte tamamlamanız mümkün. Fakat oyunu bitirdikten sonra arcade ve online seçenekleri karşımıza çıkıyor. İddialı olan oyuncular için en iyi skor ve en iyi zaman sıralamasında üst sıralara oynamak zevkli olabilir.    


Peki Outland gerçekten kusursuz bir oyun mu? Ufak tefek de olsa bazı hataları var. Mesela oyunu kayıt etme ve checkpoint bazen can sıkabiliyor. Bazı yerler var ki geçene kadar göbeğiniz çatlıyor ve tam geçerken ufak bir hatadan dolayı ölüyorsunuz. En son kaldığınız checkpoint’e geri dönüyorsunuz ve o göbeğinizi çatlatan yeri tekrar oynuyorsunuz. Bir veya iki defa aynı yeri oynamak sıkıcı olmayabiliyor. Ama aynı yeri beşinci veya altıncı defa oynamak can sıkıcı olabiliyor. Fakat hemen belirtmem gerekiyor ki durum anlattığım kadar kötü değil. Kayıt noktaları ve checkpoint’ler arası kısa tutulduğundan dolayı, öldüğünüz yere yakın bir yerden oyuna devam ediyorsunuz ve aynı yerleri tekrar tekrar oynamıyorsunuz.

Son olarak, Outland gerçekten eğlenceli ve türünde göze çarpan bir oyun. Kendinizi çoğu zaman oyun oynarken değil, arka fonu seyrederken bulabiliyorsunuz. Sunduğu geniş dünyası ve kombinasyon içeriği ile türü sevenler için kaçırılmaması gereken bir oyun. Platform türü ile ilgilenmeyenlerin bile  oyunu keyifle oynayacaklarından eminim

NBA 2K15 İnceleme,Nasıl Oynanır?

Evet, yine bir senenin daha sonlarına yaklaşıyoruz ve şimdiden önümüzdeki senenin spor oyunları yıllardır alıştığımız şekilde piyasaya sürülmeye başladı. Futbol oyunları, menajerlik oyunları, yarış oyunları derken elbette basketbol oyunlarını unutmak olmaz.

Uzun yıllardır hepimizin bildiği gibi, NBA 2K serisi konu basketbol oyunu olduğu zaman piyasanın tek lideri. 2K Sports tarafından geliştirilen yapımın, şu ana kadar çıkmış olan tüm oyunları oldukça yüksek başarılar elde etti ve tüm basketbol severlerin ilgisini üzerinde toplamayı başardı.

Yeni bir yıl ve yeni bir NBA oyunu

Öncelikle oyun kesinlikle büyük değişikliklere ev sahipliği yapıyor. Bunu daha oyuna ilk girdiğimiz anda bizi karşılayan karakter yaratma ekranında zaten görebiliyoruz. Konuyla ilgili olarak yayınlanan pek çok videodan kendi portremizi oyuna ekleyebileceğimizi zaten biliyorduk. Fakat karakter yaratma ekranının güzelliği sadece bu özellikten kaynaklanmıyor.

Karakterinizi, adeta bir The Sims oyunu oynuyormuşçasına fazla seçenekle kişiselleştirme şansına sahip durumdasınız. En ufak ayrıntısına kadar tüm özelliklere müdahale edebiliyorsunuz ve bu kesinlikle sadece NBA 2K15'te değil, tüm spor oyunlarda olması gereken bir özellik gibi geliyor bana. Bu konuda NBA 2K15 kesinlikle büyük bir artı puan almayı kolaylıkla başarıyor. 

Elbette oyunda değiştirilen tek özellik bu detaylı karakter yaratma ve kişiselleştirme ekranı değil. Oyuna girdiğim anda kendimi hemen bir maça başlamış şekilde buldum. Oyunun oynanış mekanikleri, animasyonları, akıcılığı o kadar güzel bir hale getirilmiş ki ister istemez bu durumdan etkileniyorsunuz.

Oyun mekaniklerine bazı eklemeler yapılmış durumda. Bunlardan büyük ihtimalle en ön plana çıkanı, yeni şut atma sistemi oluyor. Artık yönettiğimiz karakterin altında detaylı bir bar bulunuyor ve bu bar sayesinde şutu atmamız gereken pozisyonu rahatlıkla anlayabiliyoruz, ardından atış gücünü de ayarladıktan sonra karakterin yapabileceği en doğru atışı yapmasını sağlıyoruz. Bu sistemi böyle anlatınca oyun size biraz kolaylaşmış gibi gelebilir ama alakası yok. Oyun aksine daha önceki NBA 2K oyunlarına nazaran daha zorlayıcı bir yapıya bürünmüş. Hatta basketbol oyunlarına yabancı olan bir oyuncunun NBA 2K15'e alışması gerçekten zaman alacaktır.

Yeni şut sistemi ve oyunun zorluğunun ardından diğer dikkat çekici noktalardan bir tanesi kesinlikle oyunun akıcılığı oluyor. Başladığınız maç sizde adeta TV'de bir basketbol maçı izliyormuşsunuz hissi uyandırmayı başarıyor. Akıcı oyun ilerleyişi ve karakterlerin sahada sergilediği özgürlük bu durumun en büyük etkenlerinden olmuş durumda. Karakterlerin animasyonları ve duruma göre verdikleri tepkiler son derece gerçekçi hazırlanmış, şu an grafiklere çok fazla girmek istemiyorum zaten zamanı gelince yapımın yeni grafiklerinden detaylı bir şekilde bahsedeceğim.

Maçların başlarında ve maç esnasında ara ara giren kısa sahneler ise oyun atmosferini tamamlar nitelikte hazırlanmış. Demin de bahsettiğim gibi bu sahnelerle birlikte bir süre sonra oyun oynadığınızı unutabilirsiniz. 


Belirtmeden olmaz. Mutlaka yapım için hazırlanan haberlerde dikkatinizi çekmiştir ama bilmeyenler için, Anadolu Efes, Fenerbahçe Ülker ve Galatasaray Liv Hospital'ın NBA 2K15'de karşımıza çıkan Türk takımları olacağını söyleyelim.

Nedir bu MyPARK?

Son birkaç aydır sürekli olarak videolarını, haberlerini, ekran görüntülerini gördüğümüz MyPARK sistemi elbette ki oyunda bulunuyor. Peki nedir bu MyPARK'ın olayı?

MyPARK, temel olarak yapımın online rekabetçi modu diyebiliriz. Daha önce NBA 2K oyunlarında bu sistemin benzeri zaten kullanılıyordu fakat buradaki karşımıza çıkan fark, artık eskisine göre çok daha detaylı bir rekabetçi sistemine sahip olmamız.

Yapıma yeni eklenmiş olan sahalar, itibar sistemi, kadrolar vs. ile MyPARK bizlere dolu dolu bir online oyun tecrübesi sunuyor. Bu modda öncelikle yarattığınız karakter ile üç farklı gruptan bir tanesine katılmanız gerekiyor. Bunun ardından ise park seçiminiz ve takımınıza dahil edeceğiniz arkadaşlarınız ya da listeden seçeceğiniz diğer oyuncular bulunuyor.

Beyond Earth İnceleme,Nasıl Oynanır?

Merlin'in Kazanı ofisinde uzun zamandır böylesine kaotik bir ortam ve böylesine kıyasıya bir mücadele olmamıştı. Normalde, ekip içerisinde her oyun türünün bir müptelası olur ve o türde oyun geldi mi de o kişinin inceleme yapacağı mutlaka bilinirdi. Fakat iş Civilization: Beyond Earth'e geldiğinde, ofis resmen savaş alanına döndü. Bir oyunun bu kadar mı müdavimi olur arkadaş! Herkes işi gücü bırakıp Civilization deneyiminden, önceki oyunlara harcadığı mesaiden mi bahseder?.. Allah'tan ki Call of Duty: Advanced Warfare çıktı. Emin'i sanal asker olmaya, Murat Ağabey'i de BlizzCon'a doğru yollayarak Beyond Earth’ü ele geçirmeyi başardım ve inceleme yapma şerefine eriştim.

Malumunuz, Civilization deyince durmak lazım. Bazı oyunlar vardır, başına oturduktan sonra 5-6 saatte senaryoyu bitirir, biraz multiplayer'ına bakar, sonra da unutur gidersiniz. Fakat bazı oyunlar vardır, başına bir kez oturdunuz mu, kalktığınızda saatin kaç olduğundan, hatta hangi günde olduğunuzdan bihaber duruma gelirsiniz. İşte Civilization serisi de böyledir dostlar. Adamı bir kere pençesine aldı mı, saatler, günler, hatta aylar boyu peşini bırakmaz ve ben de dünlerdir kendime gelemiyorum…

Bu dünyanın çivisi çıkmış arkadaş!

Civilization serisini bilmeyen kalmadığını tahmin ederek, hızlıca konudan bahsedip direkt inceleme kısmına geçmek istiyorum. Serinin önceki oyunlarından farklı olarak bu sefer dünya dışında bir gezegende mücadele verdiğimizi biliyorsunuzdur. Zavallı gezegenimiz Dünya'nın baş belası canlıları olan biz insanlar, yine yapacağımızı yapıyor ve tüm kaynakları tüketip, gezegenin canına okuduktan sonra çareyi yeni bir gezegen bulmakta ve koloni yaşamına geçmekte buluyoruz. Haliyle, oyunda kullanılan teknolojiler, kaynaklar, harita yapısı ve tabii ki düşmanlar da bu koloni yaşamına uygun vaziyette karşımıza çıkıyor.

Genel konseptin dışına çıkan bir tanıtım videosunun ardından, en yaman Civ oyuncularına bile, "Burada ne oluyor yahu!" dedirtecek bir ortam ile karşılaşmaya hazır olun. Az sonra bahsedeceğimiz teknoloji ağacından tutun, kaynak çeşitliliğine, hatta yeni eklenen görev sistemine kadar, Civ V ile arasında derin farklılıklar olan, bambaşka bir oynanış ile karşılaşıyoruz. Kısacası Civilization V'ten sonra çıkan bir devam oyunu olarak değil de, sanki Alpha Centauri'nin yenilenmiş sürümü ile karşılaşıyoruz desek çok da yanlış olmayacaktır.

Kaba bir anlatımla, Civilization V'in oyun motorunu alıp, klasik sıra tabanlı oyun sistemini fazla bozmadan, genel atmosferi Alpha Centauri tarzına yaklaştırıp, teknoloji ağacını da baştan aşağı yenileyerek ortaya Beyond Earth'ü çıkarmışlar yapımcılar. İyi mi olmuş? Orası biraz muallak.

Neredeyim ben? Burası kim?

Eğer tüm ayarları rastgele olarak belirleyen oyunculardan değilseniz, oyuna başlamadan evvel bazı seçeneklerle karşılaşıyoruz. Yeni gezegene ayak basmadan evvel öncelikle sponsorumuzu seçmemiz gerekiyor. Sponsor diye bahsedilen şey aslında önceki oyunlardaki tarihsel kişiliklerin devşirilmiş hali denilebilir. Gezegene, sekiz farklı sponsorun birimleri iniyoruz ve biz de baştan bunlardan birini seçmek durumundayız. Tıpkı önceki Civ oyunlarındaki tarihsel kişilikler gibi, sponsorların da oyun boyunca bize yapacağı katkılar var. Oyun tarzınıza uygun olarak bir tanesini seçmeniz gerekli. Elbette seçenekler sadece bununla sınırlı değil, oyuna nasıl birimlerle başlayacağınız, ne gibi kaynaklara ihtiyaç duyacağınız ve teknoloji ağacında nasıl bir ilerleyişi tercih edeceğinizi etkileyecek seçimleri de oyuna başlamadan evvel yapmak durumunda kalıyorsunuz. Yaman Civ oyuncuları kesinlikle bu ayarların altını üstüne getirecektir ama fazla detaya girmek istemiyorsanız, tüm ayarları rastgele olarak belirleyip direkt oyuna girebilirsiniz.

Başlar başlamaz sizin de fark edeceğiniz gibi, tüm Civilization oyunlarında tarihsel karakterler üzerine kurulan bir oyun sistemi varken, bu sefer yepyeni bir gezegende, ultrasonik teknolojilerin eşliğinde yaratıklara karşı mücadele veriyoruz. Daha ilk turlardan itibaren verdiğimiz kararlar ve seçtiğimiz yol, önceki bölümlere kıyasla, oyunun gidişatını daha derinden etkiliyor. Farklı bir gezegende olmamızdan dolayı, deneyimli oyuncuları bile affalatacak, dört bir yanı “Spore” oyunundakilere benzer garip yaratıklarla ve zehirli gazlarla çevrili enteresan bir haritaya yapısı ile karşılaşıyoruz. İlk bir kaç tur boyunca etrafta dolanan yaratık grupları ile haşır neşir oluyor, sınır çizgimizi geçme gibi hataya düşen olursa da, ana binamızın savunma füzeleri ile hatırlarını sorarak, fazla etliye sütlüye karışmadan teknolojik gelişimlerimizi yapıyoruz.

Bu teknoloji çok acayip bir şey ya!

Hazır teknoloji demişken biraz anlatmakta fayda var. Civilization'ın alıştığımız teknoloji ağacının oldukça değiştirilmiş ve biraz daha basitleştirilmiş bir hali ile karşılaştığımızı söylemeliyim. Önceki oyunlardaki, taştan-sopadan başlayıp, ateşli silahlara ve sonunda da uzay teknolojilerine doğru ilerlemenin yerinde yeller esiyor. “Uzaya Gelmiş Adam" sıfatını takındığımızdan, daha oyunun en başından itibaren ileri teknoloji ürünleri ile iç içeyiz. Teknoloji ağacı önceki oyunlara göre biraz daha yavan kaldığı söylenebilir ama bu tip fütüristik temaya uygun olduğu da bir gerçek.

Teknoloji ağacının en güzel yanı, önceki oyunlarda tek bir dalda ilerlemek daha alışılagelen bir özellikken bu sefer farklı kategorilerde ilerlemenin mümkün olması. Serinin sıkı hayranlarına bile baştan garip gelen ve kendini Japonca kitap okuyormuş gibi hissettiren bu teknoloji ağacına biraz alıştıktan sonra çeşitliliğin keyfine varmaya başlıyorsunuz.

Basit bir örnek ile anlatmak gerekirse, daha oyuna başlar başlamaz zemin üzerindeki zehirli gazları fark edeceksiniz. Eğer birimlerinizi burada bekletirseniz hayat puanları eksilecektir. Ya birimlerinizi bu gazlardan uzak tutuyorsunuz ya da teknoloji ağacında gerekli hamleleri yaparak, "Alien Bilimi"ne eğiliyor ve gazları temizleme yoluna gidiyorsunuz.

En büyük kararların verildiği teknoloji ağacına alışana kadar oyunda emekleme dönemi geçireceğinizden emin olabilirisiniz. Bir an evvel nanoteknolojiye mi geçeceksiniz, yoksa çevreye uyum sürecini mi hızlandıracaksınız hepsi size kalmış. Oyun tarzınızın saldırgan ya da üretime dayalı olması ile doğru orantılı bir yol izlemeniz gerektiği ortada. Benim tarzım, düşmanlara bulaşmak yerine kendi halinde üretimini yapıp, "Çanakkale Geçilmez!" savunması ile düşmanların birbirilerini yemesini izlemek üzerine kurulu olduğundan, kolayca yolumu bulmayı başardım. Topunu tüfeğini kapıp bölgeme saldıran, muhteşem savunma taktiklerime boyun eğdikten sonra da kös kös çöplüğüne geri dönen düşmanları görüyorum. Üstelik kendi başlattığı savaşın ardından, yeniden barış sağlamak için yüzlerce enerjiyi ellerime sayan bu düşmanları gördükten sonra, tamamen savunma ile ilerlemek bana daha mantıklı geliyor.

Bu bir uçak, bu bir kuş, bu Superman!.. Tüh, Escape Pod’muş…

Civilization: Beyond Earth’ün en büyük yeniliklerinden biri de görev sistemi. İlk oynadığımda anlam veremediğim ama biraz ilerledikten sonra oyuna müthiş bir katkı sağladığını düşündüğüm bu görev sistemi kendiliğinden gelişen ve insanı oyuna daha da bağlayan bir unsur. Birkaç tur boyunca gelişimlerinizi yapıp, biraz da çevreyi dolaştıktan sonra sağ alt köşede kendine has melodisi ile görevlerin belirdiğiniz göreceksiniz. Bu görevleri yerine getirmenizin ardından fazladan kaynak sahibi oluyorsunuz.